Son dönemlerde meydana gelen korkunç bir olay, toplumda büyük bir infiale yol açtı. Hamile eşini öldüren ve cesetle 10 gün boyunca same kalan koca, polisin dikkati sayesinde yakalandı. Olayın detayları, hem ailenin hem de toplumun içini burkan bir gerçekliği gözler önüne seriyor. Bu haberimizde, yaşanan dramatik olayı, kadının hamilelik sürecini ve cinayetin arkasındaki sırları derinlemesine inceleyeceğiz.
Olay, geçtiğimiz ayın ortalarında, Türkiye'nin küçük bir kasabasında meydana geldi. 30'lu yaşlarındaki koca, hamile eşiyle ilgili sorunlar yaşamaya başladı. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, çift arasında sık sık tartışmalar yaşanıyordu. Ancak kimse, bu tartışmaların böyle bir sona ulaşacağını tahmin edemezdi. İddiaya göre, koca, henüz 4 aylık hamile olan eşine şiddet uyguladı ve onu boğarak öldürdü. Ardında korkunç bir iz bırakan bu cinayetin ardından, koca yaptığı en dramatik hatalardan birini daha gerçekleştirdi. Eşinin cesedini evde saklamaya karar verdi.
Başlangıçta, koca, eşinin kaybolduğunu söyleyerek ailesine yalan söyledi. Ancak, zaman geçtikçe evdeki kötü koku çevredeki komşuların dikkatini çekmeye başladı. Kötü koku belirtileri, polisin olaya müdahale etmesine neden oldu. Birkaç gün boyunca komşular, evden gelen esrarengiz kokuların kaynağını araştırdılar. Nihayet, polis çağrıldı ve evin kapısı çilingir yardımıyla açıldı.
Polis, içeri girdiğinde gördükleri karşısında şok oldular. Hamile kadının cesedi evin bir köşesinde bırakılmıştı. Kötü koku, cinayetin üzerinden geçen 10 günden sonra bile etkisini sürdürüyordu. Eşini öldüren koca, tutuklandı ve ifadesinde olayla ilgili sırlar anlatmaya başladı. “Onun için üzgünüm ama her şey çok hızlı gelişti” şeklindeki cümlesi, cinayeti bir kaza gibi gösterme çabası olarak değerlendirildi.
Olayın ardından toplumda büyük bir öfke dalgası yükseldi. Kadın cinayetleri konusunda yapılan çalışmalar, bu gibi trajik olayların artık dayanılmaz bir boyuta ulaştığını gösteriyor. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi adına toplumda atılması gereken adımlar daha da belirginleşti. Feminist gruplar ve kadına yönelik şiddetle mücadele eden dernekler, olaya geniş tepki göstererek yürüyüşler düzenlemeye başladılar. “Artık yeter! Hamile kadınlar ve anneler koruma altına alınmalı!” dediler.
Bu olay, sadece bir ailenin trajedisi değil, aynı zamanda toplumun vicdanını sorgulatan bir gerçeklik oldu. Kadın cinayetleri, yalnızca kurbanlar değil, onları seven ve sayan aile bireylerinin de hayatlarını alt üst ediyor. Olayın ardından aile, destek almak üzere bir kuruluşla temasa geçti. Schizofreni hastası olan bir akrabalarının bu durumu daha da zorlaştırdığı belirtildi. Ancak böyle anlamsız suçun hiçbir mazereti olamaz. Hamile kadınlar, toplumun en savunmasız kesimlerinden biridir ve onların güvenliği öncelikli bir konudur.
Şimdi asıl soru, bu cinayetle birlikte hükümetin, yasaların ve kamuoyunun neler yapacağı. Kadına yönelik şiddeti önlemek için daha etkin çözümler üretmeli ve bu tür olayların bir daha yaşanmaması için sistematik bir değişiklik yapmalıyız. Herkesin bu konuda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi şart. Aksi takdirde, benzer acılar yaşamaya devam edeceğiz.
Bu korkunç olay, hem adaletin yerini bulmasını sağlamak hem de gelecekte yaşanacak benzer olayların önüne geçmek için bir çağrı niteliği taşıyor. Toplum olarak bu konuda duyarsız kalamaz ve bu hüzünlü gerçekliği değiştirmek için gerekli adımları atmalıyız. Başka hayatların kaybolmaması için, kadına yönelik şiddetle mücadele edilmeli ve herkesin eşit şartlarda, güvenli bir yaşam sürmesi sağlanmalıdır.
Olayın adli süreci devam ederken, sokaktaki vatandaşların ve özellikle de kadınların yaşadığı kaygılar gittikçe artıyor. Ülkemizin her kesiminden insanlar, kadın cinayetlerinin durdurulması için seslerini yükseltiyor. Artık, sesimizi duyurmanın ve bir araya gelmenin zamanı geldi. Gelecek nesillere daha güvenli bir dünya bırakmak için birlikte mücadele etmeliyiz.